Fındık Türkiye’nin 21 İl’inde yaklaşık 10 milyon insanın geçimini sağladığı ekonomik ve sosyal değeri olan bir üründür. Yıllardan beri izlenmekte olan yanlış destekleme politikaları nedeniyle 51 İl’e yayılan fındığın gerçek ekolojisi Ordu, Giresun, Trabzon ve Artvin illeridir. Türkiye 600-700 bin ton fındık üretimi ile dünya üretiminin %70’ini tek başına gerçekleştirmektedir. Ancak buna rağmen dünya fındık borsası Almanya’nın Hamburg şehrinde kurulmaktadır. Türkiye’nin üretiminde dünya birincisi olduğu fındık piyasasında belirleyici aktör olamaması düşündürücüdür.
Türkiye’nin tarım ekonomisinde önemli yeri olan çay, şeker pancarı ve hububat gibi temel ürünlerin Kanunu ve bu ürünlerden sorumlu bir Kamu Kurumu bulunduğu halde yılda yaklaşık 80-100 Milyar TL değerinde üretimi yapılan fındığın 2844 Sayılı Kanunu olmasına rağmen sorumlu bir Kamu Kuruluşu bulunmamaktadır. Bir zamanlar devlet fındık alımlarını Fiskobirlik eliyle gerçekleştirirken, daha sonra bu görev Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO)’ne verilmiştir. TMO kuruluş amacı ve yıllardır sürdürmekte olduğu faaliyetler dikkate alınırsa hububat alımları konusunda uzmanlığı olan bir Kamu İktisadi Teşebbüsüdür. Hububat konusunda hiçbir tecrübe ve deneyimi olmayan Fiskobirlik’e Konya Ovasında buğday alım görevi verilmesi ne derece yanlış ise, fındık konusunda hiçbir tecrübe ve deneyimi olmayan TMO’ya Karadeniz Bölgesi’nde fındık alım görevi verilmesi aynı ölçüde yanlıştır. Nitekim bu mahsurlar gerek fındık alımlarında, gerekse alınan fındığın işlenmesi ve pazarlanmasında kendisini göstermektedir.
Her yıl Temmuz ayı geldiğinde fındık, Türkiye’nin gündemine önemli bir sorun olarak yerleşmektedir. Fındık üreticisi kendisini tatmin edecek bir fiyat verilmesini beklerken, siyasi iktidar dünya piyasalarını ve Türkiye’nin ekonomik dengelerini dikkate alma gereğini hissetmektedir. Diğer taraftan Ağustos ayında hasat edilecek fındığı Şubat ayında önceden satan alivreci tüccarlar ise açıklanacak fındık fiyatlarının kendi satış fiyatlarının gerisinde kalması için büyük bir lobi faaliyeti içine girerler. Üretici, TMO ve tüccar arasında amansız bir fındık kavgası başlar. Yıllardır bu kavganın kaybedeni genellikle fındık üreticisi olmuştur. Fındık üreticisinin refah seviyesini tespit açısından fındık-gübre fiyat pariteleri önemli bir göstergedir.
Yıllar itibarıyla bu göstergeler dikkate alındığında üretici için en iyi yılın 1997 yılı olduğu görülmektedir. 1997 yılında fındık üreticisi 1 kg. fındık parası ile 46 kg. gübre alabiliyordu. Yapılan hesaplamalara göre 2024 yılında üretici bir kg fındık satarak 13 kg gübre alabilmektedir.
Fındık maliyetini etkileyen diğer önemli bir ölçüde fındık toplama işçiliğidir. Eski yıllarda ölçü olarak 3 kg. kuru kabuklu fındık parası bir adet toplama işçiliği yevmiyesine karşılık geliyordu. 2024 yılında 1000 TL olan yevmiyenin karşılanması için 8 kg. kuru kabuklu fındık parasının gerektiği görülmektedir. Daha bunlara dayıbaşı, aşçı ve yemek parası dahil değildir. Hangi ölçü alınırsa alınsın fındık kavgasının kaybeden tarafı fındık üreticisi olmaktadır. 2024 yılı için uygun görülen 130 TL tavan fiyat üreticinin yarasına merhem değildir. En az 150-160 TL aralığında olması gerekiyordu.
Dünyanın fındık üreticisi diğer ülkelerinde fındık üreticileri, Türkiye’deki kadar mağdur edilmemektedir. Sorunun temeline inildiğinde problemin dünya fındık piyasasındaki arz fazlasından kaynaklandığı ortaya çıkmaktadır. Siyasi iktidarlar fiyat tespitinde bu piyasadaki ekonomik göstergeleri dikkate alarak karar verirler. Diğer bir ifade ile fındığın ekonomik yönünü dikkate alırlar. Ancak fındığın ekonomik yönü olduğu kadar sosyal bir yönü de mevcuttur. Fındık üreticisi bulunduğu bölgede geçimini sürdüremez ise, geçim çaresi aramak umuduyla büyük kentlere göç etmek zorunda kalmaktadır. Göç edenlerin kentlerde devlete olan maliyeti, bölgelerindeki maliyetin kat kat üstündedir.
Bu sebeple, hükümetler ürün fiyatlarını ekonomik olarak tespit ederken, bu fiyatın üzerine bir miktarda sosyal politikanın gereği olan fiyatı ilave ederse bir yandan köyden kente göçü önlerken, diğer yandan da çarpık kentleşmeyi önleyerek, büyük kentlerin dengeli bir şekilde gelişmelerine katkıda bulunmuş olurlar. Fındık kavgasında üretici, sürekli kaybeden taraf olmaya devam ederse, bu kavga büyük kentlerin varoşlarında belediye, gecekonducu kavgası olarak devletin karşısına çıkar. Bu nedenle sorunların kaynağında çözülmesi, yeni sorunların çıkmasını önlemek bakımından gerekli görülmektedir.
Dünya fındık piyasasında, Türkiye dışında kalan ülkelerin üretimlerinin kendi kendilerine yeterli olduğu kabul edilirse, Türkiye üretimi ile Dünya tüketimi arasında yaklaşık 200 bin tonluk bir fark bulunmaktadır. Devletin bu farkı uygun bir fiyattan satın alması halinde, dünya fındık piyasasında arz-talep dengesinin sağlanması mümkün görülmektedir. Bu dengenin sağlanması ile oluşacak fiyat, gerçek fındık fiyatı olarak değerlendirilmektedir. Gerçek fındık fiyatı ile alivre satış fiyatı arasındaki fark kadar Türkiye’nin kilogram başına döviz kaybı söz konusudur. Kaybedilen dövizin bazı yıllarda milyar dolarla ifade edildiği dikkate alınırsa konunun ne kadar önemli olduğu görülecektir.
Fındık kavgasının, gelirin hakça paylaşıldığı bir barışa dönüşmesi için, çay veya şeker Kanunu benzeri bir kanuni düzenlemenin yapılması ve fındığın sahipsizlikten kurtarılması zorunlu görülmektedir. Diğer taraftan fiyat tespitinde hükümetlerin üreticinin yanında yer alması, emeğin hakkının verilmesi, döviz kaybının önlenmesi, köyden kente göçün ve çarpık kentleşmenin durdurulması bakımından gerekli görülmektedir.
(07 Ağustos 2024 – Ordu)