Marmara denizinde 2021 yılında yoğun bir müsilaj meydana gelmişti. Şimdi bu tehlikenin tekrarlanacağı söylenmektedir. Söz konusu ”müsilaj”ın yok olması için bu organik maddenin dibe çökmesi gerekmektedir. Çökelti, dip bölgesinde oluşacak yok olma sürecinde denizin mevcut oksijenini kullanmak zorundadır. Oksijen yetersiz hale geldiğinde sırasıyla dayanamayan canlılar yok olacaklardır. Ancak yaşamını sürdürecek canlılar da bulunmaktadır. Başta denizhıyarları ve denizyıldızları yaşamlarını sürdürmeye devam edeceklerdir.
Sorunların çözümünde şu bilimsel gerçeği kabul etmek zorundayız. Marmara denizi boğulmakta olan bir hastanın yoğun bakıma alınması gibidir. Hayata döndürülme süreci çok uzundur. Hasta kurtarılamaz ölürse, hemen ardından Karadeniz’in ölüm süreci başlayacaktır. Marmara denizi, Ege Denizi ile Karadeniz arasında alttan ve üstten akan su akış koridorudur. Marmara Denizi ölürse her türlü hareketlilik sona erecektir. Bu durumda Karadeniz boğulmaya terk edilmiş bir deniz durumuna gelecektir.
Karadeniz’in Marmara Denizine göre kod farkının 30 cm olduğu bilinmektedir. Bu nedenle Karadeniz’in soğuk suları üstten Marmara ve Ege denizlerine akarken, Ege Denizinin ılık suları alttan Marmara ve Karadeniz’e akmaktadır. Bu doğal akışın durdurulması felakete yol açacaktır. Aslında su sirkülasyonunun bu sıcaklık ve soğukluk farkına bağlı olduğu bilinmektedir. Özellikle son yıllarda sıcaklık farkı sıfıra yaklaştığı için felaket kendisini müsilaj olarak göstermiştir.
Gelinen bu aşamada birçok olumsuzlukla karşılaşılacaktır. İnsanlar denize giremedikleri için turizm olumsuz etkilenecektir. Yaklaşık 4000 balıkçı teknesi işsiz kalacaktır. Zaten balık hiç olmayacaktır. Gemilerin pompaları bozulacağı için öngörülemeyen sorunlar ortaya çıkacaktır. İlerleyen zaman içinde eski yıllarda Haliç de olduğu gibi dayanılmaz bir kükürt dioksit kokusu oluşacaktır. Meydana gelen bu olumsuzluklar Marmara denizi çevresinde yaşayan 25 milyon nüfusun yaşam kalitesini kötü yönde etkileyecektir.
Bir dönem, Kanal İstanbul’un yapılması Marmara Denizinin suyunu temizleyecektir diyen akıl fukaraları vardı. Şimdi sesleri pek duyulmamaktadır. Denizlerin doğal yapısını bozacak olan her türlü insan müdahalesi önceden hesaplanamayan sorunlara yol açma potansiyeline sahiptir. Kanalın etrafında kurulacağı ifade edilen iki büyük şehrin atıkları Marmara Denizinin yükünü daha çok artıracaktır. Çok ciddi bir sorunla karşı karşıya olduğumuz kabul edilmelidir. Müsilaj salınımı Ege Denizine yayılırsa, komşu Yunanistan ile Türkiye arasında çevre sorunları tartışması kaçınılmazdır.
Sorunun çözülmesi uzun vadelidir. İlk adım olarak Marmara Denizi çevresi ‘’Özel Koruma Bölgesi’’ ilan edilmelidir. Bölge, çok sayıda Bakanlığın sorumluluk alanı içinde bulunmaktadır. Bu nedenle koordinasyonu sağlamak üzere kabineden bir Koordinatör Bakan görevlendirilmelidir. Bütün çalışmalar Koordinatör Bakanın yetki ve sorumluluğunda yürütülmelidir. Sorunun çözümü için Türk ve yabancı bilim insanlarından oluşacak bilim kuruluna rapor hazırlatılmalıdır. Söz konusu raporun gerekleri hiç ihmal edilmeden yerine getirilmelidir.
Öncelikle Marmara denizine kirlilik taşıyan her türlü deşarj ilk etapta %50 oranında azaltılarak, denizin kirlilik yükü kontrol altına alınmalıdır. Deniz çevresindeki bütün arıtma tesisleri denetlenerek kurallara uymayanlara ağır yaptırımlar uygulanmalıdır. Denizyıldızı, denizhıyarı gibi denizlerin çöpçüsü olarak bilinen canlılar için avlanma yasağı konulmalıdır. Trakya Bölgesindeki sanayi tesislerinin atıklarını taşıyan Ergene Çayı’nın yönü değiştirilerek Saros Körfezi’ne yönlendirilmelidir. Koruma Bölgesi ile ilgili ayrı bir bütçe oluşturulmalı ve bu bütçeden başka alanlara kaynak aktarılmamalıdır. Dünyada bu tür bir felaketle karşılaşan ülkelerin tecrübelerinden faydalanılmalıdır.
Maalesef Türk siyaset adamlarına bir sorun hakkında önlem alınması için bilgi vermek mümkün olmamaktadır. Kimse sorunu görmeden bilim insanlarını dinlemiyor. Sorun çıkmadan önlem almak varken, ortaya çıktıktan sonra çözüm aranması bizi yönetenlerin kronikleşmiş yanlışıdır. Biz şimdi bu çevre sorunları ile boğuşurken, gelecek kuşakların nasıl bir ülkede yaşayacaklarını da düşünmek zorundayız. Ülkemizi gelecek kuşaklara miras bırakmayı değil, onlardan ödünç aldığımızı ve aldığımız şekilde devretmeyi düşünmemiz gerekir. Bu sorumluluğu taşımayanların çocuk sahibi olmayı tekrar gözden geçirmeleri zorunludur.
Bütün dünyada insanların yaşamını olumsuz yönde etkileyen küresel ve bölgesel olaylar görülmektedir. İnsanoğlu Küresel Isınma ile bunu halen yaşamaya devam etmektedir. Yaşanan bölgesel depremler de insan yaşamını tehdit etmektedir. Marmara denizinde meydana gelen ve uzun yıllar çözülemeyecek müsilaj sorunu da bizi üzmektedir. Bütün bu olaylar her şeyden önce yaşanabilir bir çevre bilincine sahip olmamızı zorunlu kılmaktadır. Umarım bu bilince sahip olan bir toplum oluşturmamız mümkün olur.